Bu Blogda Ara

19 Aralık 2012 Çarşamba

Haydi Hayırlısı...


2012-2013 sezonunda Avrupa liginde mücadele eden Fenerbahçe, Avrupa maçlarında büyük bir çıkış yakaladı. Sarı Lacivertli ekip, 4 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 mağlubiyetle grubu birincilikle kapattı. Grubu, birinci sırada bitirmesinin ardından, hangi takımlarla eşleşeceği de merak konusu olmuş durumda. Son 32’ye kalan Fenerbahçe’nin olası rakipleri ise şöyle:

Tablo1: Fenerbahçe’nin Olası Rakipleri
Tabloda gördüğümüz gibi, Fenerbahçe’nin olası rakipleri arasında çok güçlü ve dinamik takımlar var. Bunların içinden, temsilcimizi en çok zorlayabilecek beş takımı tanıyalım.
1)Anzhi Makhachkala (RUS): İsim bazında ölüm grubu olmasa da, grup maçları sonunda, puanlara ve sıralamalara bakıldığında ölüm grubu gibi görünen A grubundan averajla 2. Çıkan Anzhi, son 2 senedir yaptığı transferlerle adını duyurmayı başardı. Bu sezon takımın başına Guus Hiddink’i getiren Anzhi, kadrosunda Samuel Eto’o gibi bir star, Christopher Samba, Yuri Zhirkov ve Lassana Diarra gibi çok değerli oyuncuları barındırıyor. Olası bir eşleşmede, hem defans arkasına sarkabilirler hem de Traore’ye atacakları uzun top ve ortalarla Fenerbahçe defansını zorlayacaklardır.
2)Atletico Madrid (ESP): 2012-2013 sezonunda ligi üst sıralarda bitirip, gelecek sezon Şampiyonlar Ligi’ne gitmek isteyen Atletico Madrid, Avrupa Ligi grup maçlarının çoğunda yedek kadrosuyla çıkmayı tercih etti. Bu halde bile, grubu birincilikle bitirmek üzere olan Atletico Madrid, grubun son maçında da yedek kadro ile maça çıkmasının ceremesini grubu ikinci bitirmekle çekti. Fakat, 2. turda teknik direktör Diego Simeone, taktik değişikliğine giderek maçlarda takımın ilk 11’ini sahaya çıkardığı takdirde, diğer takımları zorlayacağa benziyor. İspanya temsilcisi, Fenerbahçe ile eşleşirse özellikle Falcao, Bekir-Yobo ikilisine çok zor anlar yaşatacaktır.
3) Tottenham(ENG) : 1.turda ilginç bir gruba düşen Tottenham, grup maçları boyunca büyük sıkıntılar çekti. Grupta 2 maç kazanarak ve hiç maç kaybetmeyerek gruptan çıkması da dikkatleri çekti. Hemen hemen her mevkiide çok kaliteli oyuncuları bulunan Tottenham’ın en önemli silahı Garreth Bale. Olası bir eşleşmede, Gökhan Gönül’ün ona karşı sergileyeceği performans maçın kaderini belirleyecektir.
4) Bayer Leverkusen (GER): Avrupa Ligi, 1. Tur maçlarında 4 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet alan Bayer Leverkusen, şanssız bir şekilde ikili averajla birinciliği Metalist Kharkiv’e kaptırdı. Andre Schürrle ile gol yollarında etkili olan takımın kaderi aslında, oyun kurucu olan Augusto Renato’ya bağlı. Fenerbahçe ile eşleşmesi durumunda da,  temsilcimizin özellikle bu iki oyuncuya dikkat etmesi gerekmektedir.
5) Inter (ITA): Adı var, kendi yok’. Jose Mourinho’dan sonra hızlı bir düşüşe geçen İnter, bu sezon eski günlerine ulaşmaya çalışıyor. Avrupa Ligi’nde basit hataları nedeniyle ikinciliğe yerleşen İnter, gol yollarında büyük sıkıntı çekiyor. 33 yaşındaki Milito, hala takımı sırtlayan kişi konumunda ancak oyun kurucu pozisyonunda Sneijder gibi bir maestroya sahip. Eğer, Fenerbahçe, İtalyan ekiple eşleşirse ortasaha da Raul Meireles-Mehmet Topal ikilisine büyük iş düşeceğe benziyor.

20 Aralık’ta yapılacak UEFA Avrupa Ligi 2. Tur eşleşmelerinde, Sarı Lacivertli ekibimize, Basel ve Sparta Prag gibi nispeten daha zayıf rakiplerin çıkması, Avrupa Ligi’nde işini kolaylaştıracaktır.

6 Kasım 2012 Salı

'Arkas'ı Gelmez Dertlerimin


Arkas Spor, İzmir Atatürk Kapalı Spor Salonu
Aroma Türkiye Erkekler Voleybol 1. Ligi’nin 4.hafta maçları tamamlandı. Sonuçlara baktığımızda en dikkat çeken noktanın,  Fenerbahçe Grundig’in sezona daha ısınamaması olduğunu görebiliyoruz. 2011-2012 lig şampiyonu olan Fenerbahçe Grundig, sezona bir galibiyet ve üst üste 3 mağlubiyet alarak başladı.
Fenerbahçe Grundig
Hatırladığımız gibi Arkas Spor, geçtiğimiz sezon, final serisinde Fenerbahçe Grundig’e mağlup olarak şampiyonluğu elinden kaçırmıştı.Bu sene ise ligin 4. Haftasında karşı karşıya gelen iki güçlü rakip, izleyenleri, kıran kırana bir mücadeleye tanık etti. 134 dakika süren maçta, 2-0 geriye düşen Arkas Spor, mükemmel bir dönüş yaparak maçtan 3-2’lik bir skor ile galip ayrıldı.
Maça iyi başlayan taraf olan Fenerbahçe Grundig, ilk iki sette Ivan Miljkovic ve Leonel Marshall’ın sert smaçlarıyla rakibine üstünlük kurmayı başardı ve rakibinin oyuna ısınmasını engelledi. 3. sette ise büyük bir toparlanma gösteren Arkas, Burutay ve Agamez ile rakibi üzerinde büyük bir baskı kurdu ve bu seti 25-20 kazandı. Mükemmel bir çekişmeye sahne olan 4. Sette ise Arkas, teknik molada 16-11 geriye düştü. Fakat maçtan kopmayan İzmir temsilcisi, setteki mücadeleyi 26-24’lük bir skorla bitirdi ve maçı tie-break setine taşıdı. Setlerde durumu 2-2 yapan Arkas, 1 sayı bile geriye düşmeden, seti 15-11 kazanarak maçtan 3-2 galip ayrıldı ve haftayı lider tamamladı. Fenerbahçe Grundig ise sıralamada 9. Sıraya yerleşti.
Daniel Castellani
Fenerbahçe Grundig’in bu beklenmedik gidişatı, tüm voleybol severlerin akıllarını meşgul etmiş durumda. milli oyuncusu Emre Batur’u, Tomislav Coskovic’i  ve teknik direktörü Daniel Castellani’yi gönderen Fenerbahçe, geçen seneye göre takıma çok iyi takviyelerde bulundu.Ancak sezona kötü giriş yaptı. Bunu, yeni gelen oyuncuların takıma adapte olamaması gibi bir nedene bağlamanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Sonuçta yeni transfer ettiği Ahmet Toçoğlu, Cernic ve Bjelica gibi isimlerin şimdiye kadar işlerini profesyonelce yürüten voleybolcular olduğunu ve takım değişikliklerinin bu oyuncuları çok etkilemeyeceğini görebiliriz. Asıl nedeninin ise teknik direktör değişikliğinin takımın kimyası olduğunu düşünüyorum. Takımı iyi yöneten bir teknik adamın gönderilmesinin hem takım yapısını hem de takım ruhunu etkilediğini düşünüyorum. Eğer hem teknik kadro hem de yönetim bu konuya el atmazsa Fenerbahçe ne Aroma Türkiye Erkekler Voleybol 1. Liginde ne de Avrupa da başarılı olabilecek.

23 Ekim 2012 Salı

Fenerbahçe'nin Çiçeği Burnunda Sambacıları

Fenerbahçe Universal  oyuncuları Gangnam dansı yaparken

Geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna adını yazdıran ve sezonu da 3. Olarak kapatan Fenerbahçe Universal, transfer dönemini çok iyi değerlendirdi. Sarı-lacivertli ekip, yerli transferlerde, Vakıfbank Türk Telekom’dan pasör Nilay Özdemir, Nilüfer Belediyesi’nden smaçör Elif Onur, İller Bankası’ndan smaçör Meryem Boz, Galatasaray Medical Park’tan orta oyuncu Gökçen Denkel ve Eczacıbaşı Vitra’dan pasör Elif Ağca Öner ile anlaşma sağlarken, dış transferlerde dünyaca ünlü isimlerle masaya oturdu ve sözleşme imzaladı. Bunlardan ikisi ise ismini şampiyonalarda sürekli duyduğumuz Brezilyalı oyuncular Paula Pegueno ve Marianne Steinbrecher’di.
Paula Pegueno
Paula Pegueno
22 Ocak 1982 Brezilya doğumlu milli oyuncu, voleybola 13 yaşında Brezilya’nın ASBAC kulübünde başladı. 2002’de, Erica ve Fofao gibi önemli isimlerin Brezilya milli takımını boykot etmesiyle Marco Aurelio Motta, Paula Pegueno’yu milli takım kadrosuna çağırdı.2004 Atina Olimpiyat kadrosuna çağırılmasına rağmen dizinde nükseden sakatlığından dolayı kadrodan çıkarıldı ve olimpiyatlara dâhil olamadı. Sakatlıktan sonra performans grafiğinde çok büyük değişiklikler olmadığını, 2005 World Grand Prix’te takımıyla yaşadığı şampiyonlukla ve en değerli oyuncu seçilmesiyle gösterdi. Ardından 2006’da ise Dünya Şampiyonası’nda takımıyla birlikte 2.cilik yaşadı. 2008 yılına bakacak olursak, Paula kariyerinin en üst noktalarını yaşadı. 2008’e World Grand Prix’inde elde ettikleri şampiyonluk sevinci ile başladı. Ardından Pekin’de yapılan olimpiyatlarda Brezilya’yı takım arkadaşlarıyla birinciliğe taşıdılar hem de en değerli oyuncu ödülüne sahip oldu.
185 cm boyundaki Brezilyalı smaçör, bugüne kadar bir çok takımda yer aldı. Brezilya’da Davyit, Leites Nestlé, BCN Osasco ve Finasa/Osasco gibi takımlarda oynadıktan sonra ilk yurtdışı deneyimini Rusya’nın Zareçye Odintsovo takımıyla yaptı. Geçtiğimiz transfer sezonunda da Fenerbahçe Universal kadrosuna katıldı.
Oyuncunun genel özelliklerine bakarsak, fiziki gücünün çok iyi olduğunu görebiliriz. Smaç yüksekliği 302 cm ve blok yüksekliği 285 cm olan Pegueno, rakip takımı sert smaçlarıyla çok fazla zorlayan bir isim olarak karşımıza çıkıyor.
Marianne Steinbrecher
Marianne Steinbrecher
Alman ve Rus kökenli Brezilyalı oyuncu, 23 Ağustos 1983’te Sao Paulo’da doğdu. Voleybola 14 yaşında, Rolandia Faccar takımında başlayan oyuncu, performansına her geçen gün yeni şeyler katarak 2003 yılında Brezilya milli takıma çağırıldı ve 2004, 2006,2008 ve 2009 yıllarında World Grand Prix şampiyonluk heyecanı yaşadı. Şuana kadar oynadığı en önemli takımlar arasında İtalya temsilcisi Scavolini Pesaro var ve bu takım Mari’nin ilk yurt dışı deneyimini yaşadığı takım olarak nitelendirilebilir. 2012 yaz döneminde de Fenerbahçe Universal ile anlaşma imzalamıştır.
189 cm boyundaki pasör çaprazı, bugüne kadar hem çokça şampiyonluk yaşamış hem de bir çok ödüle layık görülmüştür. Bunlar, 2006 Pan-American Cup’ta ‘En değerli Oyuncu’ ödülü, 2006 Pan-American Cup’ta ‘En İyi Smaçör’ ödülü, 2008 World Grand Prix’inde ‘En Değerli Oyuncu’ ödülü ve 2011 South American Championship Kupası’nda ‘En iyi Smaçör’ ödülüdür.
Mari’nin oyun tarzına bakarsak, rakiplerini smaçlarıyla bozguna uğrattığını, mücadeleci ve hırslı bir yapıya sahip olduğunu görebiliriz. İnanıyorum ki Mari, yeni sezonda Kamil Söz hocanın en büyük kozlarından biri olacaktır.

22 Ekim 2012 Pazartesi

En Büyük Olmak İçin

Agamez smaç vururken

Geçtiğimiz sezon CEV Şampiyonlar Ligi’nde Final Four’a kalarak, Türk Erkek voleybolunda bir ilke imza atan ve tarihe geçen Arkasspor, bu sene de Şampiyonlar Ligi’nde ülkemizi temsil edecek.

Transfer döneminde çok büyük değişiklikler yapmayan İzmir temsilcisi, takımın kilit taşlarından olan pasör çaprazı Liberman Agamez’i, smaçörler Gordon Perrin’i, Paulo Bravo’yu ve orta oyuncu Justin Duff’u kadrosunda tuttu. Halkbank’tan libero Hasan Yeşilbudak’ı ve pasör Mustafa Ramazanoğlu’nu kadrosuna katan Arkasspor, bu senede şampiyonlar liginde iddiasını koruyor.
Arkasspor'un sevinci
Arkas, 24 Ekim’de, sezonun ilk Şampiyonlar ligi karşılaşmasında, Bulgaristan temsilcisi Marek Union-Ivkoni DUPNITSA ile İzmir Atatürk Voleybol Salonu’nda karşılaşacak. Bulgaristan temsilcisiyle ilgili bilgi vermek gerekirse; geçen sene “National Championship”  turnuvasında final oynayarak  2. olan takımın, Şampiyonlar Ligi’nde çok fazla tecrübesi bulunmamaktadır. Genç oyunculardan kurulu takımın boy ortalamasının yüksek olması rağmen hücumda çok etkili değiller. Ayrıca Arkas karşısında savunma odaklı bir oyun sergileyeceklerini ve Agamez-Bravo ikilisinin oyunları karşısında blok hattının çok zayıf düşeceğini düşünüyorum.
‘En büyük olma’nın ilk adımını kendi seyircisi karşısında atacak olan Arkas, hem kulüp yönetimi hem de takım olarak en büyük olma hayallerini gerçekleştireceklerine ve bu senede Türk Erkek voleyboluna yeni bir ilk getireceklerine inanıyor.

2 Ekim 2012 Salı

Bu Kalp ‘10’u Unutur mu ?


Temmuz 2004…
Fenerbahçe’nin Cruzeiro’ dan 4 milyon € karşılığında transfer ettiği Brezilya milli takım oyuncusu Alexsandro De Souza, İstanbul’a gelmişti. Başkan Aziz Yıldırım’ın 2 yıl boyunca transferi için uğraş verdiği Alex De Souza artık Fenerbahçe’deydi. Oynadığı süre boyunca birçok ilke imza atan krALEX, Fenerbahçe ile özdeşleşmiş ve hem oyunuyla hem de duruşuyla, çoğu futbol severin örnek gösterdiği bir oyuncu haline gelmişti. 2004’ten bu yana 3 kez sözleşmesi uzatılan Alex, sözleşmeleri boyunca Fenerbahçe tarihinde, en çok forma giyen yabancı oyuncu, 100 gol sınırını geçen tek yabancı futbolcu, 2 kez gol kralı olan ve 4 Kez de asist kralı olan ilk ve tek yabancı futbolcu unvanlarını almıştı. Bunların yanında da Fenerbahçe tarihinin 3000. Golünü atarak tarihe geçti ve forması Fenerbahçe müzesinde yerini aldı.Bütün bunların ardından Fenerbahçe taraftarı, para toplayıp Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’na Alex’in heykelini dikerek Alex’in ismini ve Fenerbahçe’deki yerini sonsuzlaştırdı. ‘Peki, daha sonra ne oldu..?’

1 Ekim 2012…
Fenerbahçe taraftarının en üzücü günlerinden biri… Günün ilk kötü haberi, son haftalarda yaşanan  Alex De Souza-Kocaman sorunu nedeniyle, Alex’in süresiz kadro dışı bırakıldığı haberiydi. Bu haberle canı sıkılan taraftar, ardından alınan, sözleşmenin feshi kararıyla yıkıldı. Sadece Fenerbahçeli’si değil, Galatasaraylı’sı, Beşiktaşlı’sı, Trabzonlu’su ,Bursalı’sı da … Tüm Türkiye’yi şaşkına uğratan bu karar ne kadar doğruydu? Şuana kadar ligde oynayan tüm yabancı transferlere bakıldığında birçok yabancı oyuncu, takımlarında aykırılıklara neden oldu, takımını ve kendi itibarını zedeleyen birçok kabul edilemez olayın içine karıştı. Peki, Alex ne yaptı? Twitter’da “Aykut hoca, beni kıskanıyor” dedi, Kasımpaşa maçında oyundan alınmasına tepki olarak yedek kulübesi yerine tribünlere oturdu. Bunlar olumsuz şeyler ve bunlara diyecek bir sözümüz yok ama aceleyle hükme varıp kalem kırılmamalı. Ortada 9 yıllık emek var. Bana göre, kulüp tarihinin en yanlış kararlarından birisidir. Alex’in bu şekilde gönderilmesi, Fenerbahçe taraftarının kulübe, Aziz Yıldırım’a ve Aykut Kocaman’a karşı çok büyük tepki göstermesine ve 3 Temmuz 2011’den sonra renklerine daha da bağlanan taraftarın bölünmesine neden oldu.
Alex ise Türkiye’deki tüm sevenlerine, Twitter’da, "Kontratımı sonlandırdım. Hayatımın en üzücü imzası oldu.Fenerbahçe bir oyuncu kaybetti ama bir taraftar kazandı. Herşey için teşekkürler"  diye veda etti

Bundan sonra ne olacak..? Cevap, basit… Şimdiye kadar kimse ‘Bir Alex Değil’ di. Bundan sonra da “Kimse Bir Alex olamayacak”.


Dedelerimiz, ,Babalarımıza LEFTER'i anlatmış. Babalarımız, Bizlere RIDVAN'ı anlattı. Bizler de çocuklarımıza seni anlatacağız ALEX DE SOUZA...


14 Ağustos 2012 Salı

Londra'daki Türk Kahramanlar

28 Temmuz-12 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen 2012 Londra Olimpiyatları’nda, ülkemiz, başarı anlamında büyük bir hüsrana uğradı. Londra’dan sadece 5 madalya koparabildik. Bunlar Güreş, Taekwondo ve Atletizm branşlarından geldi.
Madalya anlamında ilk günden itibaren sıkıntı yaşayan ülkemiz, 120 kg Grekoromen güreşte yarışan Rıza Kayaalp’in haberiyle sevindi. Londra’da ilk turda, Ukraynalı rakibi Evgeni Orlov ile karşılaşan Rıza, periyotlar içinde rakibine puan alma şansı vermeyerek müsabakadan 2-0  galip ayrıldı. Rıza Kayaalp, çeyrek finalde, ABD’li güreşçi Dremiel Deshon Byers ile karşılaştı. İlk periyodun 1.5 dakikalık süresinde puan alan olmadığı için Rıza, güreşe yerde başladı. Byers da verilen bu süreyi değerlendiremeyince 1 puan Rıza’ya gitti ve ilk periyodu, 1-0 önde kapattık. İkinci periyotta da rakibine şans vermeyerek 1-0 üstünlük sağladı ve böylece maçı da 2-0’la kapatmış oldu. Yarı finalde, karşısına güçlü bir rakip olan Kübalı Mijain Lopez Nunez ile karşılaştı. Bu müsabakada bazı taktiksel hatalardan dolayı, rakibine karşılık veremeyen Rıza, maçtan 2-0 yenik ayrıldı ve final şansını kaybetti. Bu karşılaşmadan sonra bronz madalyaya odaklanan Rıza Kayaalp, 3.’lük mücadelesinde, Gürcü rakibi Guram Pherselidze’i 2 kez minderin dışında bırakarak oyunu kazandı ve bronz madalyanın da sahibi oldu.Böylece Rıza ilk olimpiyat madalyasını kazanmışken, ülkemizde Londra Olimpiyatları’ndaki ilk madalya sevincini yaşamış oldu.
Bir diğer başarılı olduğumuz branş ise Taekwondoydu. İlk altınımızı ülkemize kazandıran Servet Tazegül, London Excel Arena’da yapılan karşılaşmalarda ilk olarak ABD’li Jennings Terrence ile karşılaştı.Bu maçı 8-6 üstünlükle tamamlayarak çeyrek finale çıktı.Çeyrek finalde, Ukraynalı Hryhorii Husarov’u 9-2 yenen Servet Tazegül yarı final biletini eline aldı. Yarı finalde, Taekwondonun 4 numaralı seribaşı Büyük Britanyalı Stamper ile karşılaştı. Tribünlerin ev sahibi Stamper’a gösterdiği yoğun ilgiye rağmen motivasyonunu bozmayan Servet, maçı 9-6 kazandı ve final biletini eline aldı. Finalde, Servet’in karşısına, daha önce yine bir finalde karşılaştığı ve mağlup ettiği İranlı rakibi Muhammed Bagheri Motamed geldi. Bu karşılaşmada tüm Türkiye’nin desteğini arkasına alan Servet, rakibini 6-5 yenerek, Türkiye’ye ‘Servet’ değerinde bir altın madalya kazandırdı. Servetin son 3 yıldaki kariyerine baktığımızda, 4 şampiyonluk görüyoruz. Bu 3 yılda, yenilgi yüzü görmeyen Servet, üst üste 2 kez Avrupa Şampiyonu ve 1 kez de Dünya Şampiyonu oldu.
Taekwondo bayan temsilcimiz 19 yaşındaki Nur Tatar’da, Servet gibi bizim yüzümüzü güldürdü. Kadınlar 67 kiloda tatamiye çıkan genç sporcu, ilk maçında Grenadalı Andrea Bernard’ı 5-1 yenerek çeyrek finale çıktı. Çeyrek finalde ise ABD’li Paige McPherson’u 6-1 yenerek yarı finale adını yazdırdı. Yarı finalde de Avustralyalı rakibi Marton Carmen’i 6-0 yenerek finale yükseldi ve madalyayı garantiledi. Nur, finalde Güney Koreli Kyung Seon Hwang ile karşılaştı. Maç boyunca, baş hakemle masa hakemleri arasındaki anlaşmazlıklar, sporcumuzun motivasyonunu bir hayli etkilemişti. Buna rağmen Nur Tatar, oyundan kopmamaya çalıştı. Ancak bu çabalar, Nur’un maçı kazanmasına yetmedi. Finalde, 12-5 yenilerek ülkemize gümüş madalya kazandırmış oldu.
Son olarak diğer başarılı branşımız ise atletizmdi. Aslı Çakır Alptekin ve Gamze Bulut, 1500 metrede yüzümüzü bir hayli güldürdüler. Elemelerde başarılı olarak finale kalan iki Türk kızı, herkesin desteğini almışlardı. 10 Ağustos saat: 22.55’te tüm Türkiye, ekranlara kilitlenmiş, onların bu büyük başarısına şahit olmak istiyorlardı. Ve bu gerçekleşti. Yarışı, Aslı Çakır Alptekin 1. , Gamze Bulut ise 2. olarak tamamladı. O an tüm Türkiye’ye muhteşem ve tarifi zor bir duygu yaşattılar. Böylece olimpiyatlarda ilk kez atletizm adına bu kadar başarılı olduk ve bir yarışta iki madalyaya da birden sahip olduk. Bu durum, 2012 Londra Olimpiyatları boyunca yaşadığımız başarısızlığı da biraz da olsun geriye atmamızı sağladı.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Bir "PERİ" Masalı Gibiydi



 Bu masal, 15 Şubat 2012’de Olimpiyat elemeleri için düzenlenen kurayla başlamıştı. Ankara’da düzenlenecek olan elemelerde millilerimiz, Japonya ve Porto Riko ile aynı gruba düşmüştü.Potanın Perileri, Başkentli basketbol severlerin de desteğiyle, Porto Riko’yu 65-53, Japonya’yı ise 65-49’luk rahat bir skorla yenerek grubundan 1. olarak çıkmıştı. Daha sonra millilerimiz, Dünya Basketbolu’nun güçlü ekiplerinden olan Arjantin ile eşleşmişti. Arjantin’in basketboldaki yerine hiç aldırmayan Perilerimiz, olimpiyatlara gidecek olmanın verdiği motivasyon ve inançla sahaya çıkarak, Arjantin’i 72-58’lik bir skorla farklı mağlup ederek, evlerine gönderdiler ve olimpiyat vizesini almaya hak kazandılar. Böylelikle, olimpiyatlara giden ‘İlk Bayan Milli Basketbol Takımımız’ olarak, tarih yazdılar.
Bu başarının 12 kişilik mimar kadrosu ise şöyleydi: Nevriye Yılmaz, Bahar Çağlar, Birsel Vardarlı, Tuğçe Canıtez, Esmeral Tunçluer, Işıl Alben, Begüm Dalgalar, Şaziye İvegin, Yasemin Horasan, Nilay Yiğit, Tuğba Palazoğlu ve ABD asıllı Quanitra Hollingsworth …
İşte bu kadromuzla Londra’ya tarih yazmaya gittik. Yaptıkları büyük çıkışı, bir madalya ile taçlandırmak isteyen perilerimiz, A Grubu’nda ABD, Angola, Çin, Hırvatistan ve Çek Cumhuriyeti ile eşleşti. Grubuna Angola’yı 72-50 yenerek başlayan millilerimiz, mücadele boyunca hiç zorlanmadılar. Angolalı oyuncuların fiziki üstünlüğüne rağmen, bayanlarımızın mücadeleci ve iyi savunma yapan oyunu maçın lehimize sonuçlanmasını sağladı. Böylece ilk kez olimpiyatlara giden Bayan Basketbol takımımız, olimpiyatlardaki ilk galibiyetini almış oldu.Bu galibiyet, perilerimize, diğer maçlara daha konsantreli hazırlamada büyük katkı sağladı. Galibiyetin ardından grubun kilit maçı olarak görülen Çek Cumhuriyeti karşılaşması da, millilerimizin umduğu gibi geçti. Çek Cumhuriyeti’ni 61-57 yenerek, basketbol tarihimizde resmi maçlarda Çek Cumhuriyeti’ne karşı ilk kez galip gelmiş olduk. Takımımız, 3, maçta olimpiyatların favori ismi Tina Charles’lı ABD ile karşılaştı. Maçın ilk çeyreğine çok iyi başlayan millilerimiz, bu çeyrekten sonra oyundaki motivasyonlarını kaybedip kendi oyunlarını sahaya koyamadılar. Ve bu karşılaşmayı ABD, 89-58’lik üzücü bir skorla kazandı. Bu yenilgiyle hiçbir şey kaybetmeyen Potanın Perileri, bir sonraki maçta Çin’i yenmek için sahaya çıktılar. Maçın başında farkı açarak sonuna kadar başarılı bir performansla devam eden bayanlarımız, tarihimiz boyunca ilk kez karşılaştığımız Çin’i 82-55 mağlup ettiler. Grubun son mücadelesini Hırvatistan karşısında veren millilerimiz, Nevriye ve Hollingsworth ‘ün başarılı ribaund ve asistleriyle rakiplerini 70-65 mağlup etmeyi başardılar.Gruptaki maçlarını, tek mağlubiyetle bitiren takımımız, grup 2.si olarak olimpiyatların son 8 takımı içerisindeki yerini aldı.
Her maçın ardından Perilerimiz manşetlerdeydi. Hatta bu performansımızla madalya favorileri arasına da girmiştik. Her şey bir peri masalı gibiydi. İlk kez olimpiyatlara çıkan Bayan Milli Basketbol takımımız, rakiplerini engel tanımıyordu. Tüm Türkiye’nin kalbi onlarlaydı ve Türk halkı onları sonuna kadar destekliyordu.Potanın Perileri de bu masalı sonuna kadar devam ettirmek istiyorlardı.
Çeyrek finale kalan takımımız, B grubu 3.sü Rusya ile karşılaştı. Yarı final için sahaya çıkan iki takımın mücadelesi karşılıklı sayılarla başladı.Oyunun ilk yarısında gerçek oyununu ortaya koyamayan takımımız büyük bir konsantrasyon sorunu yaşadı.Ancak farkı korumayı da başardılar. 2.yarıya kendi oyunlarını ortaya koyarak devam eden millilerimiz, maçı sonuna kadar bırakmadılar. Nevriye ile attığımız sayılara, Rusya, Becky Hammon’la cevap vererek öne geçmemize izin vermedi. Maçın son periyoduna 51-51 eşitlikle giren 2 takım, mücadeleyi bırakmadılar. Maçın son bölümlerinde hem Türkiye hem de Rusya, savunmaya yönelik bir oyun sergilediler. Son 28 saniye faul yapma hakkımızın olmasına rağmen, faul yapmadık  ve üzerine basket yedik. Böylece bu taktik hatamız, bu maçı 66-63 kaybetmemize ve olimpiyatlara veda etmemize neden oldu.
Bu masalın sonu kötü bitti. Ancak, Potanın Perileri, önümüzdeki dönemlerde daha büyük başarılara imza atacağını sahada gösterdi ve  ülkemiz için de büyük bir umut kaynağı oldu. Ve 2012 Londra Olimpiyatları’nda yüzümüzde tebessüm uyandıran nadir anları bize yaşattılar.

Teşekkürler “Potanın Perileri”…

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Olimpiyatların Vazgeçilmezleri ( Bölüm 3) -Michael Phelps :Balık Adam

“Büyük düşler kuranlar, düşlerini gerçekleştirmez, aşarlar.”

30 Haziran 1985’te, Baltimore’da, polis memuru bir baba ile bir annenin 3.çocuğu olarak dünyaya geldi.5 yaşındayken hiperaktivite bozukluğu teşhis edilen Phelps, ailesi tarafından enerjisini atabileceği bir spora yönlendirdi. Bu karar belki de Phelps’in hayatında verilen en güzel karardı. Ancak Phelps’in sudaki ilk yılları pek de iyi geçmemişti. Çünkü günümüzün Balık Adamı, o zamanlarda başını suya sokmaktan bile korkuyordu.7 yaşına kadar ailesinin ve antrenörlerinin de desteğiyle suya alışan Phelps, yarışlarda yer almaya başlamıştı. Fakat bu dönemlerde elle tutulur dereceler elde edememişti. Bu çalışmaları Phelps’e hem sağlığı açısından hem de spor kariyeri açısından sağlam bir temel oluşturma fırsatı doğurmuştu.10 yaşında ise kendi yaş kategorisinde ülkesinin rekorunu kırmıştı. Antrenörü Bob Bowman tarafından, düzenli bir beslenme programı ve sıkı bir çalışma programına tabii tutulduktan sonra 15 yaşında yarışmalarda belli başarılar elde edilerek, 1932’den sonra ABD milli yüzme takımına çağırılan en genç yüzücü ünvanını aldı. Böylece Phelps’in takıma çağırılması, yüzmede bir devrim yaratmıştı.
Ülkesi için mücadele etmesi, onun için büyük bir motivasyon kaynağı olmuştu. Bu motivasyonla, artık ona kendi dalındaki hiçbir yüzücünün engel olamayacağı sinyallerini vermişti.2000 yılında Sydney’de yapılan Yaz Olimpiyatları, onun katıldığı ilk büyük organizasyon olmuştu. Bu olimpiyatlarda madalya alamamasına rağmen 200 metre kelebek yarışında beşincilik elde etmesi tekrar ABD’de yaş grubunun rekorunu kırmaya yetmişti. Bir sonraki olimpiyat olan 2004 Atina’da 6 altın madalya 2’de bronz madalyanın sahibi oldu.Peki, 2008 Pekin Olimpiyatları… Herkesin, onun bir balık adam olduğunu düşündüğü olimpiyat… Olimpiyatlar devam ederken Amerika’da herkes televizyonlarının başındaydı. Kafeler, restoranlar onun yarışlarını canlı bir şekilde yayınlamaya çalışmışlardı. Çünkü Phelps, Pekin’e giderken kendisine büyük bir hedef koymuştu. “Mark Spitz’in 1972 Münih Olimpiyatlarında 7 madalya alarak kırdığı rekoru egale edeceğim” demişti. Ve hedeflerini bu olimpiyatta gerçekleştirdi de… Bir olimpiyatta toplamda 8 madalya alarak Dünya Spor Tarihi’ne adını kazımıştı. Ayrıca 2 olimpiyatta toplamda 14 altın madalya sahibi olan ilk ve tek oyuncu ünvanına da sahip olmuştu. Peki, 8 yılda bu başarı nereden geldi?
Bu başarının mimarı sadece Phelps değildi. Antrenör’ü Bob Bowman’ın da büyük katkısı vardı. Bowman’ın da desteğiyle, Phelps, bu 8 yılda sadece 5 gün sudan uzak kalmış ve ağır bir çalışma temposu içerisine girmişti. Bu yoğun temponun sonucunda çok fazla kalori kaybedileceği beslenme uzmanları tarafından düşünülerek Phelps’in günlük alması gereken kalorinin 12000 olduğuna karar verilmişti. Kısacası Phelps, hayatını yüzmeye adamıştı.
Bu çalışmaların yanında bir de Phelps’in vücut yapısı da onun başarısının temel taşlarından birini oluşturuyor. Phelps’in bacaklarının kısa ancak gövdesinin iri olması onun yüzmeye yatkınlığını gösteriyor. Bunun yanında, boyu 1.93 m olmasına rağmen Phelps, kollarını açtığında bu uzunluk 2.01 m olarak hesaplanıyor. Hem bu durum, hem ayaklarının bir palete benzer olması, hem de ellerinin büyüklüğü onun rakiplerinin bir adım önüne geçmesini sağlıyor. Şuan dünyadaki yunus yüzüşünü gerçekleştirebilen tek yüzücü olan Phelps, mükemmel bir kardiyovasküler kapasiteye sahip. Çok az laktik asit salgılayan vücudunda, kalbi dakika da 30 litre kan pompalıyor. Bu sayı ise dakikada normal bir insanının 3 katı kadar kan pompaladığını gösteriyor.
Son dönemlerini, 2012 Londra Olimpiyatları’na motive olarak geçiren Michael Phelps’e 2012’de yeni rekorlar gelecek mi diye sorulduğunda, Phelps, “Şuan için yeni şeyler deneyeceğim” şeklinde yanıtlıyor. Bu da tüm sporseverlerin heyecanını doruğa ulaştırıyor.

Olimpiyatların Vazgeçilmezleri (Bölüm 2) - Usain Bolt: Ligthning Bolt

“Başarı bir yolculuktur, bir varış noktası değil. “
Rüzgârın Oğlu: Usain Bolt… 21 Ağustos 1986’da, Jamaika’nın Trelawny şehrinde, dünyaya gözlerini açtı. Yerel bir işletmeci olan ailesinin 3 çocuğundan biri olan Usain Bolt, zamanlarını hayranı olduğu kriket ve futbol oynarken geçirirdi. Ta ki okulda bir koşu yarışına katılana kadar… Hiperaktivite bozukluğu olan Bolt, sürekli enerjisini atma peşindeydi. Okulda bunu gören arkadaşları, hiç akılda yokken, onu koşu yarışmasına ikna etmişti. O, 100 metre yarışında, öyle bir derece yaptı ki bu olay tüm okulda hatta ülkede büyük yankı uyandırmıştı. Ama hala kriket ve futbola ilgi duyan Bolt, bir türlü atletizme uyum sağlayamamasına rağmen, Bolt’un koçu Dwayne Barrett, onu ikna etmeyi de bilmişti. Çünkü Bolt’un vücudu, atletizme çok uygundu. Bu değişim de, Jamaikalı atletin hayatının dönüm noktası olmuştu.
İlk kez dünya sahnesine çıktığı 2001 IAAF Dünya Gençler Şampiyonası’nda 200 metre yarışında başarılı olamasa da kendi rekorunu yenilemişti. Sonrasında, daha 15 yaşındayken, 2002 yılında, Kingston’da, 200 metre gençlerde Dünya Şampiyonu olarak dünya çapında tüm gözleri kendine çevirdi. 2003’te tekrar katıldığı Gençler Şampiyonası’nda, gençler dünya rekorunu kırdı ve bir sonraki yıl, 19,93 saniye ile bugün de hala geçerli olan dünya gençler rekoruna adını yazdırdı. Böylece dünyada, 200 metreyi 20 saniyenin altında koşan ilk ve tek genç sporcu olarak tarihe geçti. Bolt, 2007 yılında, 200 metreyi 19,75 koşarak, Tyson Gay ve Walter Dix’ten sonraki dünyanın en hızlı 3 numaralı sprinterı haline geldi. O zamana kadar ki elle tutulur en büyük başarısını ise 2007 Osaka Dünya Gençler Şampiyonası’nda elde etmişti. O yarışta Tyson Gay’in arkasında kalarak 2. oldu ve gümüş madalyanın da sahibi olmuştu. Bu başarıdan 2 gün sonra da, 4 x 100 metre bayrak yarışında, takım arkadaşlarıyla birlikte bir gümüş madalyanın daha sahibi olmuştu. Peki, 2008 Pekin Olimpiyatları’nda ne oldu? Dünya, 16 Ağustos 2008 tarihinde Usain Bolt’u şaşırarak izlemişti. Vatandaşı Asafa Powell ile ABD’li Walter Dix ‘in de bulunduğu yarışta, 100 metre finalinde 9,69 ‘luk derecesiyle Dünya rekorunu ezip geçmişti. Mükemmel bir çıkış yapan Usain Bolt, son 30 metrede temposunu düşürerek kollarını açmıştı. Eğer o olağanüstü  hızını düşürmeseydi, Bolt’un 100 metreyi daha ne kadar çabuk bitirebileceği de merak konusu olmuştu.
Peki, Bolt’a, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sprinterı olma unvanını getiren unsurlar nelerdi?
Fedakârlık
Hayatını tamamen atletizme göre ayarlayan Bolt, uyku ve yemek hariç tüm zamanını sahalarda geçiriyordu. Düzenli programa uymak zorunda kalan Bolt, ailesini çoğu kez sadece yarışmalarda görebiliyordu. Bu fedakârlıklarında karşılığını en iyi şekilde alıyordu.
Kaybetme korkusu
Belki de Bolt’u her zaman ayakta tutan tek neden… Bu korku, çok rekabetçi ve hırslı bir kişiliğe sahip olan Rüzgarın Oğlu’nun, hayattaki en büyük motivasyon kaynağı olduğunu gösteriyor.
İdollere sahip olma
Her başarılı sporcuda olduğu gibi Bolt da, dünyanın en iyi sporcularından bazılarını kendine rol-model olarak seçmişti. Jamaika’nın gelmiş geçmiş en iyi sprintercılarından olan Don Quarrie; Bolt, genç yaştayken onun en büyük idollerinden biriydi. Hedefi, onun gibi olmaktı. Daha sonra Bolt, bu hedeften daha fazlasını da elde edince, kendine yeni bir idol seçti. ABD’li profesyonel basketbol oyuncusu, Kevin Durant… Onu seçmesinin en büyük nedeni ise Kevin’ın çok güçlü ve kararlı bir lider olmasıydı.
Peki, Bolt, 2012’de neler yapacak? Tüm sporseverler,  ondan sürekli bir rekor bekliyor. Bu durumdan hoşlanmayan Bolt’un verdiği en iyi cevap ise şöyle:
“ Benden artık rekor beklemeyin. Hiçbir zaman için buna söz veremem. Ben rekor için koşmuyorum. Yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum.”

27 Temmuz 2012 Cuma

Olimpiyatların Vazgeçilmezleri (Bölüm 1)- Yelena Isinbaeva: Dişi Bubka


Dağıstan’da yaşayan azınlık topluluklardan biri olan Tabasaranlı bir baba ile Rus bir annenin iki kızından biri olan Yelena, 3 Haziran 1982’de Volgograd’ta dünyaya gözlerini açtı.Belki de  o an, Yelena’nın ileride atletizmde yeni bir çığır açacağı kimsenin aklının ucundan bile geçmemişti. Fakat Yelena, henüz 5 yaşındayken Jimnastiğe başlayarak atletizm adına güçlü bir temel oluşturmuştu.10 senelik uzun bir süre Jimnastik ile devam eden spor hayatının yönü, boyunun uzun olmasından dolayı değişmek zorunda kaldı. Yelena, hayatındaki bu değişimle atletizme ilgi duymaya başladı ve sırıkla tanıştı. Ailesi, antrenörleri, çevresi hatta kendisi tarafından da şanssızlık gibi görünen bu değişimi kendi lehine çevirerek dünyaca tanınan bir atlet haline geldi. Peki, bu nasıl oldu?
Jimnastiği bıraktıktan sonra atletizmle spor hayatına devam eden Yelena, 1999’da Dünya Gençler Oyunları’nda 4.10 m atlayarak, hayatının ilk madalyasına hatta ilk altın madalyasını elde etmişti. Bu da, dünyada atletizm adına bir güneşin doğduğunun en büyük göstergesiydi. Bu oyunlardan sonra, 13 Temmuz 2003 tarihinde, İngiltere’nin Gateshead kentinde, 4.82 m ‘lik bir atlayış yaparak ilk dünya rekorunu kırdı ve dünyaya ismini en iyi şekilde tanıttı. 2004 Atina Olimpiyatları’nda 4.91 atlayarak yeniden bir dünya rekoruna ismini yazdırdı. Böylece 2004 ve 2005 yıllarında IAAF tarafından yılın atleti seçildi. Ayrıca 22 Temmuz 2005’te de 5 metreyi ilk geçen kadın sırıkçı oldu. 2007 ve 2009 senelerinde de Laureus Yılın Bayan Sporcusu Ödülününün sahibi oldu .
Yelena hayatı boyunca, kendisine mentör olarak seçtiği, erkekler sırıkla atlamanın unutulmaz ismi Sergey Bubka’yı takip etti. Yelena’da üstat Sergey Bubka gibi sürekli hedeflerini 1’er cm artırarak birçok dünya rekoru kırdı. 2008 Monaco’da 5.04 , 2008 Pekin Olimpiyatları’nda 5.05 , 2009 Zürih Golden League ’te 5.06 atlayarak sürekli dünya rekorunu pekiştirdi.Tıpkı Sergey Bubka gibi…İşte Yelena’nın spor kamuoyundaki lakabı olan “Dişi Bubka”da, buradan  geliyor.
Zirvenin en yükseğine çıkan başarılı atletin kısa süreliğine inişi de onun motivasyonunu bir süreliğine kırdı.2003 ile 2009 yılları arasında tek favori gösterilen Dişi Bubka, 2010’da Doha’da düzenlenen Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nda madalya alamayınca ve antrenör değişikliği sonucunda adaptasyon sorunu yaşamaya başlayınca, artık kendisini dinlendirmesi gerektiğini fark etti. Böylece spor hayatına bir müddet ara verdi.
2011’de tekrar spor yaşamına dönerek tekrar başarılara imza atan Isinbaeva’ yı, tüm dünya 2012 Londra Olimpiyatları’nda tekrar izleme fırsatı yakalayacak. Zirveye yeniden tırmanma çabalarında olan Isinbaeva’nın madalya kazanıp kazanmayacağının cevabı ise tüm sporseverler tarafından merakla bekleniyor.

2012 Londra Olimpiyatları'na Doğru


30.su düzenlenecek olan Yaz Olimpiyatları önümüzdeki günlerde İngiltere’nin başkenti Londra’da başlayacak. Büyük bir organizasyona tam teşekküllü bir şekilde hazırlanmaya çalışan Londra, tüm olimpiyat severlere, 27 Temmuz-12 Ağustos tarihleri arasında muhteşem bir olimpiyat seyri yaşatacak gibi görünüyor.
2003’ten bu yana 2012 Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmak için mücadele veren İngiltere, bu yarışta büyük bir başarı elde etti. Çünkü 2003 yılında, IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi)’ye yapılan başvuruda Paris, New York, İstanbul, Moskova ve Madrid gibi güçlü şehirler bulunuyordu. IOC teftiş ekibinin hazırladığı gelişim raporları, birçok şehrin elenmesine neden oldu. Son oylamalara doğru, tarihinde üçüncü adaylığını yapmış olan Paris, olimpiyat heyeti ve kamuoyu tarafından açık ara favori gösteriliyordu. Aslında Paris, çok açık bir oranla Londra’nın önünde görünüyordu.
19 Mayıs 2004′te, Britanyalı eski orta mesafe koşucusu olan Sebastian Coe’nun, Londra Olimpiyat Tanıtım Komitesi Başkanlığı’na atanmasıyla Londra, olimpiyatlar adına büyük bir ilerleme kaydetti. 2004 Ağustos ayının sonlarında hazırlanan son raporlar, Londra ve Paris’in oylarının başa baş olduğunu gösteriyordu. Singapur’da yapılan son seçimlerde ise Londra, Paris’ten 4 fazla oy alarak 2012 Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapma hakkı kazandı.
Toplamda 10250 sporcunun katılacağı Londra Olimpiyatları’nda müsabakalar, 39 disiplinde 26 spor dalında, Paralimpik Oyunlarda ise 21 disiplinde 20 spor dalında yapılacaktır. Bu sporlar ise şöyle;
AtletizmBadmintonBasketbolHentbolBoksBisikletEskrim
FutbolJimnastikHalterBinicilikHokeyJudoGüreş
YüzmeModern PentatlonKanoKürekTenisMasa Tenisi
TaekwondoAtıcılıkOkçulukTriatlonYelkenVoleybol

Londra Olimpiyatları’nda Ülkemiz
Türkiye, 2012 Londra Olimpiyatlarına rekor sayıda sporcusuyla katılıyor. Pekin 2008 Olimpiyatlarına göre katılımcı sayısını %67 oranında artırarak bir rekora daha imza atan ülkemiz, sporcu sayısıyla, olimpiyatlara katılan 204 ülke arasında 8. Sırada yer aldı. Pekin’e 68 sporcumuz ile katılmışken, Londra’da 114 kişilik bir kafileyle olimpiyatlarda mücadele edeceğiz. Ülkemiz, bu artışla ev sahibi İngiltere’yi dahi geride bıraktı.
Olimpiyatlarda Türk asıllı sporcularımızın yanında 11 tane de yabancı asıllı Türk sporcularımız ,ay yıldızlı bayrak için olimpiyatlarda mücadele edecek. Bu sporcularımızın 5′i atletizmde, 2′si güreşte, 2′si masa tenisinde, 1’i boksta ve 1’i de basketbolda madalya için yarışacaklar.
Ayrıca uzun süredir gündemden düşmeyen, Olimpiyatlarda Türk Bayrağı’nı kimin taşıyacağı sorusuna Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç bir açıklama yaparak son kararın Milli Voleybolcu Neslihan Darnel Demir olduğunu belirtti.
Genel olarak Türkiye’nin bu seneki olimpiyatlara oyuncu gönderme durumuna bakarak ilk defa bayanlarımızın sayısı erkeklerimizin sayısından fazla olduğunu görebiliriz. Eminim ki bu da Türkiye’deki diğer bayan sporcularımıza manevi anlamda güç kazandırarak gelecekteki katılacağımız olimpiyatlarda bayanlarımızın spordaki girişimine daha da fazla katkı sağlayacaktır.

‘BRONZ’ Kızlar Londra’ya


Atatürk’ün kızları, 8 Haziran- 1 Temmuz 2012 tarihleri arasında, bu sene, 20.si düzenlenen Dünya Grand Prix elemelerine katılmaya hak kazandılar. Sultanlarımız, Ankara’daki Olimpiyat elemeleriyle başlayan durdurulması zor görünen ilerleyişlerine, büyük bir hızla devam etmeyi bildiler ve dünya voleybolunun en güçlü ekipleriyle karşı karşıya geldiler. Hem fiziksel hem zihinsel olarak yorucu olan bu turnuva olimpiyatlara hazırlık açısından büyük bir nitelik taşıyordu. Ayrıca bu turnuva, yeni kurulan bu teknik ekibin birbiriyle uyumuna ve oyuncu kadrosunun yeni oyun anlayışlarına alışmasına çok büyük katkı sağladı.
Üç  ayak ve final etabından oluşan Dünya Grand Prix’inin final ayağında takımımız, Brezilya, ABD, Çin, Küba ve Tayland ile karşılaştı. Finalde toplamda 3 galibiyet 2 mağlubiyet alan takımımız, dünya voleybolunun ekollerinden ABD ve Brezilya’yı 3. olarak takip etti. Bronz madalyanın sahibi olan sultanlarımız, turnuva boyunca olimpiyatta karşılaşacakları tüm takımlarla mücadele ederek onların oyun anlayışlarını çözerek stratejilerini şimdiden kurdular.
Turnuva boyunca, milli takımımızın vazgeçilmez oyuncularının yanı sıra genç oyuncular da muhteşem performans grafiği çizdiler. Güney Kore maçında, sakat oyuncumuz Neslihan Darnel’i aratmayan  Polen Uslupehlivan, 24 sayıyla yıldızlaşarak, voleybol camiasında dikkatleri üzerine çekti. Diğer göze çarpan yıldızlardan biri de, bu sene Galatasaray Medical Park’ta oynayacak olan Neriman Özsoy oldu. Hem smaç hem de blokta rakiplerin korkulu rüyası olan Neriman, teknik adam Marco Motta’nın kilit oyuncusu haline geldi.
20.Dünya Grand Prix’inde 3.olarak Bronz madalyanın sahibi olan filenin sultanlarından Neslihan ve liberomuz Gülden ödüle layık görüldü. Turnuva sonunda  en iyiler kategorisinde, Gülden en iyi servis karşılayan oyuncu ödülünü alırken, Neslihan ise en iyi servis atan oyuncu ödülünü almaya hak kazandı.
52 yıl aradan sonra Olimpiyatlara katılmaya hak kazanan sultanlarımızın, Londra’daki rakipleri belli oldu. Olimpiyat kuralları gereği, gruplar kura yerine, ülkelerin Ocak ayı dünya sıralamalarına göre ‘Serpantin Sistemi’ uygulanarak belirlendi. Olabilecek en güçlü gruba, şampiyonların bulunduğu B grubuna düşen takımımız, Londra’da, son Olimpiyat Şampiyonu Brezilya, son Grand Prix Şampiyonu ABD, bugüne kadar Dünya ve Olimpiyat madalyaları kazanmış Çin, Son Avrupa Şampiyonu Sırbistan ve 1964’ten beri tüm olimpiyatlarda yer almış Güney Kore ile karşılaşacak. A grubunda ise ev sahipliği yapacak olan İngiltere’nin yanı sıra, Rusya, İtalya, Japonya ve Dominik Cumhuriyeti mücadele edecek.
Finale giden yol
Gruplarda ilk 4’te yer alan takımlar çeyrek finale yükselecek. Ardından çeyrek finalde, çapraz eşleşme yapılarak, A grubunun 1.si ile B grubunun 4.sü, B grubunun 1.si ile A grubunun 4.sü karşı karşıya gelecek. Ve A grubunun 2.si ile B grubunun 3.sü, B grubunun 2.si ile A grubunun 3.sü karşılaşacak. Yarı finalde de A grubunun 1.si ile B Grubu’nun 4.sünün galibiyle kurada eşleşen takım, B Grubu’nun birincisi ile A Grubu’nun dördüncüsünün galibiyle de kurada eşleşen ekip madalya için karşı karşıya gelecek.